Anadolu’nun Manevi Fethi ve Gönüllerin İnşası
“Kanunî ve hatta bir cihette Yavuz ve II. Bâyezid devrine kadar uzanan ve Şer‘iye Mahkemeleri’nde şer‘î delil olarak kabul edilen Tapu Tahrir Defterleri kayıtları ise¸ açıkça¸ Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’nin halvethane ve zâviyesinin Darende’de bulunduğunu göstermektedir. Bu dönemin en önemli mutasavvıfı¸ Somuncu Baba namıyla anılan Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’dir. Yetiştirdiği talebeleri ise Osmanlı’ya yön vermiş¸ asırlar boyunca değişik coğrafyaları etkilemiştir.”
XI. yüzyılın ilk yarısından itibaren Türkler¸ Anadolu kapılarını zorlamaya başlamışlardır. Bunların başında¸ İslâmiyet’in Orta Asya bozkırlarına yayılmasında büyük rolü olan Yesevî dervişleri geliyordu. Maveraünnehir’deki medreselerde yetişen ilim ve tasavvuf erbabı bu dervişler¸ ticaret kervanlarına karışarak Anadolu içlerine akıyorlardı. Ulaştıkları topraklarda¸ bilhassa yollar üzerinde tehlikeli geçitleri koruyan¸ güç geçilen boğazlarda yolculara yardımcı olan¸ ıssız ve kurak arazilerde dinlenecek bir sığınak teşkil eden ve o çağın diliyle “ayende ve revende”ye birtakım sosyal müesseseler kuran hep bu dervişlerdi. Kurulan bu sosyal müesseseler¸ ribat¸ hankâh¸ tekke ve zâviye gibi isimlerle anılıyordu. İslâmiyet’i¸ geniş ve yumuşak bir ruh ve mana ile anlayarak göçebelere telkin eden mutasavvıf Türk dervişleri Anadolu’nun İslâmlaştırılmasında büyük faaliyet göstermişlerdir.
Manevî Fetih
Anadolu kapılarının Türklere açılmasından önce¸ Anadolu içlerine sızan dervişler tarafından kurulan tekke ve zâviyelerle yerli halk ruhen İslâm’a ısındırılmış; göçebe Türklerin toprağa yerleşmesi ve yerleşik bir düzen kurularak bir şehir medeniyeti meydana getirilmesinde önemli görevler icra etmişlerdir. Yeni bir sosyal nizam ve adalet telakkisi taşıyan bu Türk dervişleri¸ ordularla birlikte ve hatta ordulardan evvel fütuhata çıkmış ve karşı tarafı daha önceden manen fethetmişlerdir. Bu erenlerin bir kısmı gazilerle birlikte fütuhata çıkarken¸ bir kısmı da tamamen tenha ve boş yerlere yerleşerek orada ziraat yapıyor ve hayvan yetiştiriyordu.
Bunlar her yerde¸ giderleri bağlı bulundukları vakıf gelirlerinden karşılanan bir zâviyeye sahiptiler. Zâviyelerde; yoksullar¸ kimsesizler¸ dervişler doyurulmakta¸ İslâm’ı yeni kabul eden kimselere ücret karşılığında iş verilmekte¸ böylece sosyal bünyede eşitlik sağlanarak hiç kimse aç ve açıkta bırakılmamaktadır. Türkler vakıf sisteminden yararlanarak kurdukları bu müesseseler vasıtasıyla halka refah getirmişler¸ bu da¸ Müslüman olmak için Hıristiyanları cezbetmiştir. Doğudan itibaren Anadolu topraklarına dalgalar hâlinde akın eden Türkler¸ kendilerini toprağa bağlayan bu zâviyeler vasıtası ile süratle yeni vatanları ile kaynaşmışlardır.
Türkler¸ mevcut şehir ve köylere yerleştikleri gibi¸ terk edilmiş köylere de gelerek kiliseleri camiye çevirmişler¸ bazen yol kenarlarında boş toprak parçalarını iskâna açarak kendilerine has fizikî ve sosyal alt yapılarını tesis etmek suretiyle bu yerleri şenlendirmişlerdir. Hoşgörü anlayışında olan mürşit-i kâmiller¸ bu merkezlerde çevrelerindeki birçok gayr-i Müslim’in Müslüman olmasını sağlamışlardır. Gayr-i Müslimler ya İslâm’ın sosyal hayattaki fonksiyonları veya din farkı gözetilmeden hastalara ve yoksullara yapılan yardımın etkisiyle Müslümanlığı kabul ediyorlardı.
XII. yüzyılda Kuşeyri ve Gazali’den sonra¸ ehl-i sünnet esaslarıyla iyice telif edilmiş olan tasavvuf cereyanları ve bunlara dayalı tarikatlar¸ XIII. asır başlarından itibaren Anadolu’ya iyice yerleşmişlerdir. Bunların başında yer alan Kalenderilik¸ Halvetilik¸ Nakşibendîlik ve emsali Sünni tarikatlar¸ gayr-i Müslimlerden ziyade¸ Müslüman halk ile ilişki içerisinde idi. XIII. yüzyıl başlarında Anadolu¸ Türk ve İslâm dünyasının her tarafından gelmiş derviş grupları ile doludur.
Bilhassa Moğol istilasından sonra; Maveraünnehir¸ Horasan¸ Azerbaycan ve Suriye’den göç eden bu derviş ve şeyhler¸ İslâmiyet’i ve tarikatlarını yaymak aşkıyla göçebe Türklerin arasına geliyorlar ve yeni mefkûreyi onların anlayacakları bir lisan ve zevk alabilecekleri bir şekil ile yaymaya çalışıyorlardı. Dervişler¸ geçtikleri yollar üzerinde rastladıkları dağlara¸ nehirlere¸ Orta Asya’da bıraktıkları coğrafî yer isimlerini veriyorlar¸ böylece bu toprak parçalarını vatanlaştırıyorlardı.
Manevî Nüfuzun Osmanlı Üzerindeki Etkisi
Osman Bey’in uç beyi olarak harekete geçtiği dönemlerde Anadolu’da Ahilik olarak tanınan mühim bir tarikat vardı. Eskişehir’in İtburnu mevkiinde tekkesi bulunan Şeyh Edebalı¸ o havalinin en itibarlı ve sözü geçen ulularındandı. Bir ara Mısır’a kadar giderek dinî bilgilerini arttırmış olan Edebalı’nın kızı ile evlenen Osman Bey¸ Ahilerin desteğini sağlamıştır. Nitekim Şeyh Mahmut¸ Ahi Şemseddin ve oğlu Ahi Hasan sonradan vezirliğe kadar yükselen ve bir Ahi olan Çandarlı Kara Halil¸ Osmanlı Beyliği’nin kurulmasında ve gelişmesinde büyük hizmet etmişlerdir.
Osmanlı Beyliği topraklarında tarikat mensuplarının artması¸ kendisi de bir Ahi ve tasavvufa karşı büyük bir eğilimi bulunan Orhan Bey zamanında olmuştur. Bursa’nın fethinde¸ Geyikli Baba’nın müridleriyle birlikte yer aldığı ve omzunda taşıdığı kavak ağacını devamlılık sembolü olarak sarayın önüne diktiği bilinmektedir. Orhan Bey’in Vakfiyesi’nden Geyikli Baba’ya zâviye tesis ettiği ve giderlerini karşılamak üzere mallar bıraktığı anlaşılmaktadır. Osman ve Orhan Beylerin en yakın adamları Geyikli Baba’nın müridleriydi. Kardeşleri Alâeddin Paşa da dervişlik yolunu tutmuştu.
Gaza ruhunu taşıyan dervişleri Orhan Bey’in Bizans topraklarına yaptığı akınlar cezbediyor¸ Moğol istilası önünden hicret edenlerden başka¸ Anadolu’nun diğer beyliklerinde bulunan tarikat mensupları da buraya akıyordu. Osmanlı Beyliği’nde büyüme istidadı seziliyordu. Zira Osmanlı Beyliği¸ diğer hiçbir Anadolu beyliğinde bulunmayan¸ Moğolların istila bölgesinden ve güçlü beyliklerden uzak olmak ve sürekli genişleyebileceği Bizans topraklarıyla karşı karşıya bulunmak gibi¸ üç önemli şansa sahipti.
Aşıkpaşazade’nin Ahiyan-ı Rum¸ Gaziyan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum¸ Abdalan-ı Rum diye isimlendirdiği erenler¸ yığınlar hâlinde Anadolu’nun bu kesimine akıyordu. Bunlar Bizanslılara karşı yürütülen gazalara katılıyor¸ müridleriyle birlikte fethettikleri topraklarda zâviyeler kurarak bölge halkını İslâm’a ısındırıyor¸ hatta onların Müslüman olmalarını sağlıyorlardı. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük hizmeti geçen bu Anadolu baba ve abdalları Anadolu’nun Türkleşmesi¸ iskânı ve İslâmlaşmasında önemli görevler ifa etmişlerdir.
Dervişler¸ şeyhlerinin gösterdiği yoldan hareketle ordularla birlikte¸ hatta ordulardan önce Balkanlara geçmişler ve orada yaptıkları yoğun dinî propagandalarla yerli halkı manen fethetmişlerdir. Balkanların manevî fatihi olarak bilinen Sarı Saltuk’un türbesi halen Varna’ya bağlı Kaliğre Kalesi içerisindedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey’in Şeyh Edebalı’yı kendisine kayınpeder seçmesinde¸ Orhan Gazi’nin Geyikli Baba ile olan münasebetinde¸ Yıldırım Bayezid’in Emir Sultan’a kızını vermesinde ve II. Murad’ın aynı kişiden kılıç kuşanmasında¸ Fatih Sultan Mehmet’in Akşemseddin’i İstanbul’un fethinde yanından hiç ayırmamasında aynı düşünceler hâkimdir.
Yıldırım Bayezid Han’ın Niğbolu Zaferi’nden sonra nişane olarak Bursa Ulu Camii’ni yaptırması¸ açılış hutbesini Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’nin okuması aynı fikriyatın ürünleridir. Bütün arşiv belgeleri ve Darende’deki torunlarının elinde bulunan vesîkaların istisnâsız tamamı¸ Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’nden ve bununla alakalı meselelerden bahsederken¸ “Darende’de defîn-i hâk-ı ‘ıtırnâk olan…” veya “Darende’de medfûn olan…” tabirini kullanmaktadır ki¸ birinci ifade¸ “Darende’de misk ü anber gibi kokan toprakta defnedilmiş bulunan” manasına gelmektedir.
Bu ifadeleri taşıyan belgelerin içinde¸ padişah fermânları¸ Divân-ı Hümâyûn’dan geçen ve bir kurul tarafından hazırlanan hükümler ve mahkeme hüccet ve i‘lâmları bulunmaktadır. Bu tür belgeler¸ Hicrî 1170 tarihine kadar gitmektedir. Kanunî ve hatta bir cihette Yavuz ve II. Bâyezid devrine kadar uzanan ve Şer‘iye Mahkemeleri’nde şer‘î delil olarak kabul edilen Tapu Tahrir Defterleri kayıtları ise¸ açıkça¸ Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’nin halvethane ve zâviyesinin Darende’de bulunduğunu göstermektedir. Bu dönemin en önemli mutasavvıfı¸ Somuncu Baba namıyla anılan Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri’dir.
Yetiştirdiği talebeleri ise Osmanlı’ya yön vermiş¸ asırlar boyunca değişik coğrafyaları etkilemiştir. Hacı Bayram-ı Veli’nin temsil ettiği ehl-i sünnet anlayışında olan Bayramiye Tarikatı’nın kurulması ve özellikle II. Murad’la Edirne’de yapılan görüşmelerden sonra devletçe sağlanan temlikler ve devlet büyükleri tarafından bu tarikat adına kurulan vakıflar¸ devlet-tarikat ikilisinin nihai hedefler için bütünleşmesine güzel bir örnek teşkil etmektedir. Kaynağını İslâmiyet’ten alan¸ otoriteye dayalı adalet kavramı ile devlet tarafından sağlanan istikrar ortamı içerisinde¸ mürşid-i kâmillerin öncülüğünde¸ Anadolu toprakları imar ve ihya edilmiştir. Mutasavvıf-dervişler¸ yol kenarları ve boş topraklar üzerinde zâviyeler inşa ettikleri gibi¸ terk edilmiş köy ve mahallelere de yerleşerek¸ eski dinî yapıların yerine kendi dergâhlarını kurmuşlar ve sağlanan bu ortak noktadan hareketle yerli halkın İslâmlaşmasını sağlamışlardır.
Kaynaklar
Aşıkpaşazade¸ Tevarih-i Âl-i Osman¸ İstanbul 2007.
Ahmet Akgündüz¸ Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Âlîsi¸ İstanbul 2009.
Ahmet Yaşar Ocak¸ Zâviyeler¸ VDS XII. Ankara 1978.
Fuat Bayramoğlu¸ Hacı Bayram-ı Veli¸ Yaşamı¸ Soyu Vakfı¸ Ankara 1983.
İbn-i Kemal¸ Tevarih-i Âl-i Osman c. II¸ (Şerafettin Turan)¸ Ankara 1983.
M. Fuad Köprülü¸ Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar¸ Ankara 1976.
M. Fuad Köprülü¸ Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu¸ İstanbul 1981.
M¸ Fuad Köprülü¸ Anadolu’da İslâmiyet¸ Ankara 2005.
Osman Turan¸ Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi¸ c. II¸ İstanbul 2003.
Osman Turan¸ Selçuklular Zamanında Türkiye¸ Ankara 1971.
Osman Turan¸ “Türkler ve İslâmiyet” AÜDTC Fak. Dergisi¸ Mayıs-Haziran 1946¸ c. VI.
Ömer Lütfi Barkan¸ “Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zâviyeler” VD¸ İstanbul 1974¸ c. II.