Boğaziçi’nde İki Güzel: Hisar ve Aşiyan
Boğaziçi’nde, Rumeli Hisarı İle Aşiyan Civarında Atmosfer Biraz Farklıdır. Tarih, Doğa, Edebiyat İç İçedir. Burada Yaşamış Şairleri Ve Mısralarını Bilenler Martı Seslerini Bir Başka Duyar.
Boğaziçi, güzellikte dünyanın eşsiz noktalarından biri ama yalnızca bundan ibaret değil. Karadeniz’i Marmara üzerinden Akdeniz’e bağlayan bu doğal kanal, iki kıta arasında bir köprü olan İstanbul’un belki de en etkileyici, en zarif ve en meşhur yeri. Tarih buradaki savaşları, ticareti, kültürel geçişleri, doğup gelişen medeniyetleri kaydederken sanat da efsaneleriyle, şiirleriyle, şarkılarıyla epey ilham almış Boğaz’ın sularından. Bugünkü rotam Aşiyan – Rumeli Hisarı civarı yani harika bir kıyı hattı… Aşiyan; Farsça bir kelime ve “kuşevi” anlamına geliyor. Bir semt ismi olması ise ünlü şair Tevfik Fikret’in (1867-1915) çok sevdiği bu bölgeye bir ev yaptırıp ona “Aşiyan” adını vermesine dayanıyor. Aşiyan, edebiyat dünyasının duraklarından biri aynı zamanda. Hatta bazı ünlü edebiyatçıların da son durağı. Yahya Kemal Caddesi’nde yürürken aklımdan Orhan Veli’nin mısralarının geçmesi bu yüzden…
Kıyıda Tatlı Bir Telaş
Kıyıda sabah sporu yapanlar, martılara simit atanlar keyifli görünüyor. Güneş denizle sohbete koyulmuş, mavi boncuklar dağıtıyor. Tekneler, sandallar usul usul sallanırken iskeleye yetişmeye çalışanlar tatlı bir telaş içindeler. Bu hâliyle Boğaziçi, tam da Salâh Birsel’in o meşhur kitabının adı gibi “şıngır mıngır”.
Ne güzel… Aralarından geçip tempoya alışınca sıra kahvaltıya geliyor. Mel’s Cafe’ye gidiyorum… Demini almış sıcak bir çay, ev yapımı reçeller ve ıspanaklı kreple donatılan soframa Boğaz’ın güzelliği damlıyor adeta. Manzaraya yakışan lezzetteki kahvaltının ardından 1452 yılından bu yana İstanbul’a sessizce tanıklık eden Rumeli Hisarı’na, ya da halk arasındaki adıyla Boğazkesen Hisarı’na yöneliyorum.
Eşsiz Bir Açık Hava Müzesi
Bu kaleyi Fatih Sultan Mehmet Boğaz’ın iki yakasının birbirine en yakın olduğu yerde kurar ve yapılışını anbean takip eder. Fetihten sonra hisar farklı amaçlarla kullanılır. XIX. yüzyıldan itibaren de küçük, şirin bir mahalle serpilir burada. Rumeli Hisarı şimdi dünyanın en afili manzarasına hâkim bir açık hava müzesi. Toplar, gülleler ve fetih sırasında Haliç’e çekilen devasa zincirin bir kısmı kalenin içinde sergileniyor. Daracık merdivenlerle çıkılan, yüksekliği karşısında insanın kendini bir kum tanesi kadar hissettiği burçlar ve kulelerle çevrili yapı üç ayda tamamlanmış. Yukarıda kuleler, surlar, ağaçlar ve mavi sularıdan oluşan harika bir manzara çıkıyor önüme. İstanbul fotoğrafa dökülecekse en doğru yeri burası işte. Zaten masal gibi aşkları anlatan Yeşilçam çoğu zaman bu manzarayı seçti siyah-beyaz karelerde ve kahramanlık hikâyelerinde. Kara Muratlar, Malkoçoğulları, Battal Gaziler kılıç tokuşturdu bu burçların üzerinde.
Hisar’dan sonra dar sokaklarına bırakıyorum kendimi. Arpacı Çeşme Sokağı’ndan yokuş yukarı ilerliyorum. Merdivenleri mor salkımlarla donanmış İmam Şerafettin Sokağı, cumbalı evlerin dizildiği Torlak Fırın Sokağı, dalların şelale misali aktığı Ali Pertek Sokağı’ndan geçiyorum… Boğaz Sırçacı Sokağı’nda soluklanırken Boğaz Köprüsü ahşap evlerin üzerinde dalgalanıyor. Durmuş Dede Sokağı’nda çiçekli saksıları saklayan panjurlu evler kadrajıma giriyor, Hisar Bayırı Sokağı’nda mahallenin insan canlısı kedileri etrafımı sarıyor. Gökyüzü mor çiçeklerle ve arada bir bütün ihtişamıyla görüntüye katılan kızıl tuğlalı, sivri külahlı Perili Köşk’le dolu adeta. Kilise Sokağı tabelası beni Surp Santuht Kilisesi’ne götürüyor. Geçmişi XVIII. yüzyıla kadar uzanan yapı, kendi hâlinde, sade görünümüyle semt mozaiğinin önemli bir parçası. Hep sahilinden yürüdüğüm semtin bu defa ara sokaklarında, ahşap evlerin gölgesinde gezmeye devam ediyorum.
Her Sokakta Edebiyatın İzleri
Yokuşlar, çıkmaz sokaklar derken Servet-i Fünun dönemi şairlerinden Nigar Hanım’ın adını taşıyan okulla karşılaşıyorum. Edebiyatın semtin iliklerine kadar işlediği gerçeği bir kez daha kanıtlanmışken Mektep Sokağı’nda, Osmanlı’nın entelektüel devlet adamlarından Ahmet Vefik Paşa’nın zarif köşkü ağaçların arasından gösteriyor kendini. Ahmet Vefik Paşa, Osmanlı’da ilk Türkçe sözlüğü hazırlayan ve birçok edebî çalışmaya imza atan isim. Bir zamanlar İstanbul’un en geniş kütüphanesi bu köşkün içindeymiş. XIX. yüzyıl mimarisinin inceliklerini yansıtan yapının önünden hızlı adımlarla Boğaz’ın Perili Köşkü’ne uzanıyorum.
Boğaz’a Nazır Görkemli Müze
“Perili Köşk” namını sonuna kadar hak eden Yusuf Ziya Paşa Köşkü, Boğaziçi’nin en etkileyici binalarından biri. Günümüzde, ev sahipliğini yaptığı şirketin müzesinin adıyla anılan Borusan Contemporary, müze-ofis konseptiyle hafta sonları ziyaretçilerini ağırlıyor. Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nu izlemeye olanak veren mekân, farklı bir müze deneyimi sunması açısından da oldukça etkileyici. Müzeden ayrılmadan, tasarım ürünlerin yer aldığı mağazasına hızlıca bir göz atıp kapağında Perili Köşk’ün resmi olan bir defter alıyorum.
Perili Köşk’ün komşusu Ali Pertek Camii de elbette dikkatimi çekiyor. XVII. yüzyıldan kalma, kalın ve yüksek duvarlarla çevrili bir cami. Önünde sivri kemerli çeşme, altındaki küçük dükkânda semtin en eskilerinden Kalite Köfte var. Semtin en güzel köfteleri burada pişiyor. Sahibi Halil Öker’le Rumeli Hisarı üzerine sohbet etmek de ayrı bir güzellik katıyor gezintime…
Kısa bir yemek molasının ardından İstanbul’un en şiirsel yokuşu Aşiyan’a, ünlü şair Tevfik Fikret’in semte ismini veren evine yöneliyorum. Gözlerini Hisar’a çevirmiş, şarkılara ilham vermiş, ağaçların arasında gerçek bir yuva Aşiyan. Evde Tevfik Fikret’e ait eşyaların yanı sıra Şair Nigar Hanım’a ve Abdülhak Hamit Tarhan’a ait bölümler de yer alıyor. Tablolar, tablo gibi manzaralara eşlik ediyor Aşiyan’da. Tevfik Fikret’in Aşiyan’a olan tutkusunu buranın havasını teneffüs ederken daha iyi anlıyorsunuz. Tevfik Fikret hâlâ “yuvasında” zira kabri müzenin bahçesinde, çamların altında.
Şairlerin Son Durağı Aşiyan
Bu semt için bazı ünlü edebiyatçıların da son durağı demiştik… Tevfik Fikret’in evinden çıkıp Aşiyan Mezarlığı’nı geçiyorum. Attilâ İlhan’dan Özdemir Asaf’a, Yahya Kemal’den Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Tezer Özlü’den Turgut Uyar’a kimler kimler yatmıyor ki bu Boğaziçi kıyısında. Satırları içimize dokunan edipler aklımdan bir bir geçerken Aşiyan Parkı’nda Orhan Veli’nin Boğaz’ı izleyen heykelinin yanı başında yerimi alıyorum. Aşka düşmüş, “tarifsiz kederler içindeki” şairin mısralarıyla güneşin semadan çekilmesini izliyorum:
“Urumelihisarı’na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
İstanbul’un mermer taşları
Başıma da konuyor martı kuşları”.
Kaynak: Aslı Bora Serkan Eldeleklioğlu, Tuğkun Zeroğlu