PTT Pul Müzesi: Seyyah Pulların İzinde
PTT Pul Müzesi
Bilge, değerli, sessiz dostlarımızdı pullar. Yaşadığımız dijital çağa karşın hâlâ acil, önemli, resmî, kişisel, yazılı işlerimize koşturan elçidir onlar. Yetmişli yılların sonunda dünyaya gelmiş biri olarak benim en sevdiğim hobiydi pul biriktirmek. Benden önceki kuşaklar için de öyleydi elbette. Pul defterlerimiz olurdu bizim, arkadaşlarla paylaşımlarımız, “Kim daha fazla topladı?” yarışlarımız… Bir kültür, keşif ve sahiplenişti pullar.
Yıllar sonra Ankara’nın Ulus semtinde “PTT Pul Müzesi” olduğunu öğrenince soluğu hemen orada alıyorum. Bir zamanlar Emlak ve Eytam Bankası olarak hizmet veren ve 2013 yılında modern bir müzeye dönüştürülen neoklasik binadan içeri giriyorum. Müzeyi gezmeye dijital levhaların geçmişe tercüman olduğu “Haberleşme ve Posta Tarihi” bölümünden başlıyorum. Aynı yerde sergilenen büyük ve eski posta arabası ile göz göze geliyorum. Sindirella’yı baloya götüren araba gibi o da beni MÖ 3200’lere, Sümerler zamanına götürmeyi teklif ediyor. Benim masalımda balkabağı koyu kahve ahşap, nostaljik bir posta arabasına; fareler önde iki küçük, arkada iki büyük tekerleğe; kuşlar da posta sandığının üzerindeki ay yıldıza dönüşüyor. Ve artık yola çıkmaya hazırız!
Kral Yolu’ndan Postane-i Amire’ye
Sümerlerin yazıyı icadından sonra ilk posta teşkilatını Persler MÖ 546’da oluşturmuşlar. Kendilerine bağlı tüm ülkelere ulaşmak için açtıkları “Kral Yolu” üzerinde posta istasyonları kurmuşlar. Emirlerini en kısa yoldan iletmekmiş amaç. Antik Yunan’da ayakkabılarına ve başlarına kuş kanatları takan koşucular habercilik yapmış. Selçuklular ulaklar, peykler kadar güvercinlerle de haber uçurmuşlar. İlk elektronik mektup kabul edebileceğimiz optik telgraf sistemi Fransa’da kurulmuş. Amerikalı Samuel Morse, 1837 yılında telgraf makinesini icat etmiş; nokta ve çizgilerden Mors alfabesini oluşturmuş. Osmanlı’daki ilk resmî telgraf denemesi Sultan Abdülmecid’in “Fransız gemisi geldi mi?” ve “Avrupa’dan ne haber?” cümleleriyle gerçekleşmiş. İlk modern posta teşkilatı ise 1840 yılında kurulmuş; ilk postane İstanbul’un Sirkeci semtinde Postane-i Amire adıyla açılmış, günümüze Büyük Postane olarak gelmiş.
“Telgraflar Savaşı”
Bir sonraki durağımız “İstiklal Harbi’nde PTT” köşesi oluyor. I. Dünya Savaşı sırasında kullanılan yaşlı, yorgun posta kutularını incelerken gururla karışık bir hüzün duyuyorum. Harp esnasında Posta ve Telgraf Nezareti çalışanları ordu emrine verilmiş. Telgraf hatları cepheler, ordu komutanları ve Mustafa Kemal arasında köprü, pusula, cankurtaran görevi görmüş. Aileler savaştaki evlatlarından haber alabilsinler diye telgraf ve telefon hatları sürekli onarılmış. Azim, inanç, strateji ve şifreli telgraflar sayesinde, tarihçilerin tabiriyle “Telgraflar Savaşı” yani İstiklal Harbi kazanılmış.
Orta kısımda yan yana konulmuş cam, kare vitrinleri tepelerinden beyaz porselen güvercinler tutuyor. Postacı ekipmanlarının sergilendiği vitrinlerde telgraf cihazlarını, telefon makinelerini, damga ve mühürleri, hassas tartıları, güvenlik silahlarını, emektar postacı çantalarını inceliyorum.
Posta arabam zaman içinde değişen postacı kıyafetlerini tanıtan cansız mankenlerin yanına yanaşıyor. Osmanlı Devleti’nde haberleşme, önceleri Kırım Tatarlarından seçilen atlı ulaklar tarafından sağlanırmış. Posta Tatarlarının, Hac kafilesinin Mekke’ye ulaştığını haber veren müjdecibaşının, Tatar Ağası’nın kostümleriyle beraber, 20’nci ve 21’inci yüzyılların modern postacı kıyafetlerine de göz gezdiriyorum.
“Tarihten Mektuplar” bölümünde Asurca, Hititçe yazılmış mektuplarla beraber Hz. Muhammed’in (s.a.v.), Atatürk’ün, Mısır’ın Anne Kraliçesi Tuya’nın yazdığı mektup örnekleri var. Kraliçe Tuya, satırlarında Büyük Kral’dan Mısır’a sonsuza dek kardeşliği ve barışı getirmesini istiyor.
Hız kaybetmeden “Filateli Salonu”na geçiyoruz. Yunanca kökenli bir kelime olan filateli, uluslararası dilde posta pulları ve bununla ilgili zarf, kart, damga, posta kartı gibi materyalleri biriktirmeye verilen ad. Bu işi yapanlara da filatelist deniyor. Türkiye Filateli Dernekleri Federasyonu’nun faaliyetlerini okuduktan sonra tarihteki ilk pulu görmekten heyecan duyuyorum. 1840 yılında İngiltere’de basılıp ulusal gönderide kullanılan pulda, Kraliçe Victoria’nın siyah üzerine beyazla çizilmiş profili var. Bir penny değerinde olduğu için pul “Penny Black” adını almış. Bugün İngiltere ilk olması sebebiyle pullarının üzerine ülke ismini yazmaktan muaf tek ülke.
“Pullarla 100 Yıl” olarak adlandırılan bölümde dünyada son yüzyılda yaşanan önemli olaylar dijital ekranlı masalar sayesinde, parmak uçlarımda bitiyor. Tarihlere göre kümelenmiş olaylara ekranda bir dokunuyorum; bir ebenin bir çocuğa çiçek aşısı yaptığı pul beliriyor. Bir sonrakinde Türkiye’nin doğusu ile batısını birleştiren D100 karayolunu harita üzerinde gösteren pul çıkıyor. Hemen yanımızdaki ayaklı panolarda Türk pullarının hayata nasıl geçtiği anlatılıyor. Özetleyecek olursam: Yıl içinde ülkemizi, dünyayı ilgilendiren hadiseler, yıldönümleri, güzel sanatlar, spor, meşhur insanlar gibi konular komisyon tarafından belirleniyor. Aralarından seçilenler sanatçılar tarafından tasarlanıp yönetim kuruluna sunuluyor. Onay alan tasarımlar PTT Genel Müdürlüğü tarafından baskıya gönderiliyor.
“Osmanlı Dönemi Pulları” arasında ilgimi en çok 1863 yılında ilk defa basılan posta pulları çekiyor. Sultan Abdülaziz’in tuğrası bulunan mavi, pembe renklerdeki pullar sayesinde Osmanlı Devleti Asya’da yapışkan pul basan ikinci bağımsız devlet olmuş. “Cumhuriyet Dönemi Pulları” bölümündeyse cumhuriyetin ilanından sonra basılan ay yıldızlı, Mustafa Kemal figürlü; TBMM, Sivas Kongresi gibi tarihî olayları içeren pullar var.
“Tematik Koleksiyonlar”; kültür varlıklarımız, Atatürk, spor, doğa, tarih ve turizm ve taşıt olmak üzere yediye ayrılmış. Kaşıklı halk oyunları, Çorum’a ait aynalı, paralı, tüylü gelin başı, salep otu ve dalbastı kirazı, haremde ut ve tef çalan kadınlar, Göreme ve Afyon Kalesi manzarası, Tevfik Fikret, Reşat Nuri Güntekin, Nasreddin Hoca, Dede Korkut Masalları, Kore Savaşları, buharlı gemi ve denizaltı, hamsi tava, kelebek, ney ve Harf İnkılâbı temalı pullar beni vitrinlerinden selamlıyor. “Dünya Pulları” arasında Amerika’nın özgürlük heykeli, Brezilya’nın “Boğa Gözleri” tasarımı, Çin’in Büyük Ejder’i ve Fransa’nın mitolojideki tarım ve bitki tanrıçası “Ceres” dikkat çekiyor.
Nostalji Odası
Gerçek mektupların ve kartpostalların toplandığı “Nostalji Odası”na girince duygulanıyorum. Ukrayna, Moritanya’dan geri dönen mektuplar; Kapadokya’daki yer altı şehirlerini anlatan Hong Kong yolcusu bir kartpostal; “Gön: Damadınız” başlıklı bir bayram tebriği, yeni yıl için güzel temenniler içeren simli kartlar; Almanya’dan özlemle gönderilen gurbetçi mektupları içime dokunuyor. Bir dönem postacı yolu gözleyen; askerdeki, gurbetteki akrabadan haber, önemli günlerde eş dosttan selam bekleyen insanları hatırlıyorum. Okuma bilmeyenlerin kapıda postacıya mektubu okuturken onlara kapı kadar kalplerini, hayatlarını da açtıklarını düşünüyorum.
Müzede hologram kütüphane, çocuk kulübü, 3D sinema salonu ve süreli sergi salonu da bulunuyor. Posta arabam beni “Müze Dükkân”ın önünde bırakıyor; vedalaşıyoruz. Burada hediyelik pul desenli yapbozlar, kartpostallar, kupalar satılıyor. Bu arada başvuru formu, gerekli belgeler, istenilen boyutlarda görsel ve belli bir ücret karşılığında PTT’ye başvurulduğunda “Kişisel Pul” sahibi olunabileceğini de öğreniyorum. Soluklanmak için “Müze Kafeterya”ya oturuyorum.
Siz de dinî, millî bayramlar ve pazar günü hariç her gün 09.00-17.00 arası ücretsiz ziyaret edilebilen PTT Pul Müzesi’ne gelirseniz postacıların, pulların ve mektupların zevkli yol arkadaşlığına katılabilirsiniz.
PTT Pul Müzesi Fotoğrafları
Yazı: Burcu Seçmeer Fotoğraf: Alp Kaya