Yolcu
Roman yazmayı becerebilseydim adı ne olurdu ne yazardım acaba? İstanbul’a ilk gelişim, ağlamalarım, özlemlerim, sabahı olmayan geceler…
Hayallerim vardı… Terk edip gitmek ve hatırlamak istemediğim acılarım…
Bir rüya, beş yıllık bir rüya.. Nasıl başladı, nasıl devam etti ve hangi arada ben bu rüyadan uyandım biri mi uyandırdı ben kendim mi uyandım, bilmiyorum…
Şimdi gördüğüm de bir rüya belki… Rüya içinde bir rüya yani… Bir arada da bu rüyadan uyanacağım şimdiki halim bir hayal bir rüya olacak…
Bir rüya yaşadığım bir uyku sanki ömrüm… Bir gün gelecek içinde bulunduğum uykudan sahiden uyanacağım…
İstanbul’dayım 6 yılın ardından yine İstanbul’dayım. Yasemin’in evinde… Kim derdi ki ben bir gün İstanbul’a misafir olarak geleceğim ve Yasemin evinde kalacağım… Ve geceleri paylaşacağız onunla konuşarak hüzünlenerek, derin düşünceler üreterek… Geçmişi sorgulayarak, gelecekten biraz korku biraz ümit içinde olarak…
Evdeyim kanepede oturmuş yazı yazıyorum yanımda Yasemin, onun da elinde bilgisayara var… O da bir hayallerde bir yaşam büyütüyor içinde… İkimizde mekân olarak birbirimize çok yakın olmakla birlikte şuan düşündüklerimizi bilmiyoruz… İkimiz de ayrı dünyalar ve yaşam büyütüyoruz.
Televizyonda kara tren haberi… Bir ölüm… Soğuk yüzlü ölüm…. Neden ölüme soğuk yüzlü derler ki…. Ayırdığı için mi… Tren kara tren olarak geçmiş ya hayatımıza, işte yine kara haberle kara tren karalığına kara ekledi… Daha bir karardı adı… Kara tren gecikir belki de hiç gelmez…
Kara tren gelmeyecek bekleme beni ana… Kara tren, kara haberle gelecek… Kara tren, yüreğime yara tren… Kara tren… Umuduma ölüm koydun ad olarak… Bekleyişim değişti… Beklediğim değişti… Kara tren karalı tren… Yüreğime yara tren…
Ölüm Allah’ın emri… Şüphem, derdim bu değil… İsyanım ölüme değil… Sözlerim ölüme değil… İçimdeki acıya… Belki anlatamadıklarıma, anlayamadıklarıma… Ölüm… Nedir ölüm, bekleyene ne getirir? Korkunç mudur ölümle tanışmak? Hayattan kopmak, asıl yaşama geçmek… Bu yoruculuğun, bu yolun bitmesi zor mu gerçekten? İnsan acılara mı hayran?
Ölüm bekleyene düğün davet… Geldiğine bir yara, bir acı bir firak…
Televizyonda saçma spiker soruları… Mantıksız, anlamsız… Sırf sormuş olmak, konuşmuş olmak için sorulan sorular…
Yollar firaka vuslat, vuslata firak olan yollar… Yollar, içimde kıvrım kıvrım duyguların somutlaşmış hali… Duygularımın üzerinden her gün defalarca geçenler ve ağırlıklar… Ve yolların üzerinden geçen arabalar… Şoförler… Geçen giden yolcular… Yolcuların hayalleri, acıları, özlemleri…
Bekleyeni olanlar, bekleyeni olmayanlar, hiç beklenilmeyenler… Gelişiyle gözyaşına boğanlar, gidişiyle gözyaşına boğanlar…
Yollar… Kıvrım kıvrım acılı yollar… Koca otobüsler, kocamış otobüsler… Şoförler… Beklentili insanlar, beklentisiz insanlar… Hangisi daha mutlu ya da daha anlamlı bir yaşam sürüyor bilmiyorum, bilemiyorum… Arayan olup sürekli bir şeylerin peşinde koşmak mı, yoksa öylesine bir yaşam mı?
Bir hayat bir umut bir beklenti…
Bir yol, bir yolculuk. İnsanın yolculuğu… Bir arabaya binerken uzun bir yolculuğa çıkarken korkuyoruz… Ya en başından beri yolculukta oluşumuz… Hayat trenin yolcusu değil miyiz hepimiz… Tren hep bir istikamete doğru gidiyor. Farkında değiliz yolculuğumuzun. Ve bu yolculukta kapatmışız gözlerimizi… Ne garip on saatlik yolculukta dört açılan gözlerimiz bu hayat yolcuğunda inadına kapalı tutuyoruz…
Bir garip yolcuyum hayat yolunda…
Kara tren, hayat treni… İstanbul yolculuğu… Hayat yolculunun vitrin kısmı… Vitrinde hayatlar, vitrinlik hayatlar…